1.11.2018 / Bülent Çakar
EKONOMİDE GÖRÜNÜM Bülent ÇAKAR 31 Ekim 2018 30 Ekim itibariyle USD 5,50 TL’nin altına düşmüş olup, bu süreç gerek ABD ve Avrupa ülkeleri ile yeniden kurulan iyi ilişkilerin etkisi, gerek dövize olan talebin azalması ile birlikte başlamıştır. Nitekim 2018 Ağustos itibarıyla 57,3 milyar USD olan cari açık, bir önceki aya göre az da olsa düşüş göstermiştir. TCMB’nın brüt döviz rezervlerinin 65 milyar USD’a gerilediği düşünülürse, cari açığın küçülmeye devam etmesi rezervlerin yeterliliği konusundaki kaygıyı ortadan kaldırması açısından pozitif etki yaratacaktır. Ancak bu küçülmenin dönemsel değil yapısal ve kalıcı olması için gerekli dönüşümlerin hayata geçirilmesi gerektiği ortadadır. 2017 Haziran sonu itibariyle 440 milyar USD olan dış borç toplamı 2018 Haziran sonu itibariyle 457 milyar USD olmuştur. Bunun 317 milyar USD’ı özel sektöre, 139 milyar USD’ı kamu sektörüne aittir. Kısa vadeli dış borç stoku ise 120 milyar USD’dır. Dış borcun GSYH’a oranı 2015, 2016’larda % 46-47 iken, 2017, 2018 de % 52-53 seviyesine ulaşmıştır. 2017 Eylül sonu itibariyle 31,6 milyar TL olan bütçe açığı, 2018 Eylül sonunda 56,7 milyar TL’na ulaşmıştır. Bu durum Devletin borçlanma ihtiyacının devam edeceğini göstermektedir. 10 gün önce, Hazine, yüzde 7.5 faizle 2 milyar dolar borç (işlemin teknik adı eurobond ihracı) almıştır. Ödenecek faiz ocak ayındaki ihalelere göre 2.3 puan yükselirken, borcun geri ödeme vadesi de 10 yıldan beş yıla düşmüştür. Gerek bankaların, gerek Devletin borçlanma maliyetlerinin artması, doğal olarak kredi maliyetlerini yükseltmekte, bütçe üzerindeki faiz yükü nedeniyle bütçe açığının artmasına neden olmaktadır. Kredi maliyetlerinin artması, kredi kullanabilen firmaların maliyetlerinin, dolayısıyla enflasyonun artmasına, bankaların kriz ortamında kredi vermekte istekli olmaması da piyasadaki sıkışıklığın daha da artmasına neden olmaktadır. Eylül sonu itibariyle yıllık TÜFE artışı % 24,52, ÜFE % 46,15’dir. ÜFE’deki artışın TÜFE’deki artıştan çok daha fazla olması, önümüzdeki aylarda TÜFE’deki artışın devam edeceğini göstermektedir. Gerek bankaların sendikasyon kredileriyle kredilerini yenilemeleri, gerek Devletin eurobondlar ile borçlanabilmesi sudden stop (ani duruş/tekrar borçlanma imkanının kalmaması) tehlikesinin gündemde olmadığını göstermesi açısından olumlu bir faktör olarak göze çarparken, borçlanma maliyetlerinin artması şüphesiz olumsuzdur. Nitekim, Ağustos ayında 550’ler düzeyinde olan CDS’in, 380’ler seviyesine kadar gerilemesi olumludur, ancak gelişmekte olan piyasalar arasında Arjantin’den sonra en yüksek seviyeye işaret etmesi de gözden kaçırılmamalıdır. Geçen hafta TCMB politika faizinde bir değişiklik yapmamış, % 24 oranını korumuştur. Bu kararın da etkisiyle, 30 Ekim itibariyle gösterge faiz % 24,52 seviyesinde olup, bir önceki aya göre düşmüştür. TCMB bu kararı alırken, gerekçesinde, daralmanın devam ettiğini, ama aynı zamanda enflasyon baskısının da sürdüğünü belirtmiştir. Bu tespit, bilindiği üzere ekonomi literatüründe “stagflasyon” olarak adlandırılmaktadır. Büyüme ile ilgili öncü göstergeler ve güven endeksleri çok belirgin bir düşüş göstermekte olup, YEP’da da belirtildiği gibi küçülmeye işaret etmektedir. Nitekim, 2018 Temmuz sonu itibariyle işsizlik oranı % 11 oranında gerçekleşmiş olup, daralma sürecinin istihdam alanındaki yansımasına işaret etmektedir. . 2017 Ağustos ayı itibariyle 1,9 trilyon TL olan toplam kredi hacminin, 2018 Ağustos itibariyle 2,7 trilyon TL’na çıkmış olması, kredi kullanımının KGF vb araçlar ile kolaylaştırılmak suretiyle canlanma sağlanmasının sonucu olup, daralma sürecinin kredi borçlusu birçok firmayı finansal açıdan da zorlayacağını göstermektedir.